Aile bir toplumun temel taşı olarak kabul edilmektedir. Aile kurumunun toplum içerisinde hukuki, sosyal, ekonomik, kültürel, eğitsel, psikolojik vb. pek çok işlevi bulunur. Bu nedenle sağlıklı bir toplumsal yapının olabilmesi ve bu yapının sürdürülebilmesi konusunda en temel ve en önemli görev aileye düşmektedir.
Ailenin toplumun en küçük ölçekli birimi olması, aileye işlevsel bakımdan üstünlük ve ayrıcalık sağlamaktadır. Aile sahip olduğu bu ayrıcalıklı yapısı ile eğitim ve sağlık kurumu, tutum ve davranışları biçimlendiren bir güç, insani ve kültürel değerlerin taşıyıcı birimi, sosyal güvenliğin, sosyal hizmetlerin ve de sosyal yardımların tamamlayıcısı olarak da görülebilir. Ailelerin fonksiyon ve rolleri ile ilgili toplumsal değerler bir toplumdan diğerine değişiklikler göstermektedir.
Aile ile ilgili bir çok görüş bulunmakla birlikte ailenin özellikle hukuki, ekonomik ve kültürel bir kurum olduğunu söylemekte mümkündür. Aileyi kapsamlı bir şekilde tanımlayan Kızılçelik ve Erdem(1996:8) şunları söylemektedirler: aile içinde insan türünün belli bir şekilde üretildiği, cinsel ilişkileri belli bir şekilde düzenlendiği, sosyalleşme sürecinin ilk ortaya çıktığı karşılıklı ilişkilerin belirli kurallara bağlandığı, toplumdaki kültürel zenginliklerin kuşaktan kuşağa aktarıldığı, biyolojik, psikolojik, ekonomik, toplumsal, hukuki vb. yönleri bulunan en temel bir sosyal birimdir. (Başbakanlık Aile Ve Sosyal Politikalar Bakanlığı 2008: 2) Birsen gökçe aileyi; ‘’ Ana baba ve çocuklar ve tarafların kan akrabalıklarından ( aile biçiminin gereklerinden) meydana gelmiş ekonomik ve toplumsal bir birlik’’ olarak tanımlamaktadır. ( Gökçe 1991: 27) S. Dönmezer’e göre ise evrensel bir sosyal kurumdur(Dönmezer 1982: 170). insanoğlunun dünyaya gözünü açtığı ilk anda kendisini içinde bulduğu ve ilişkiye geçtiği ilk toplumsal birim ailedir. İnsanlar bu birim içerisinde yaşamlarını başlatır ve sürdürürler. Bilhassa kişinin topluma kazandırılmasında ve hazırlanmasında ailenin yadsınamaz bir önemi olduğu muhakkaktır(Zevkliler 1989: 737). Aile, kan bağı, evlilik ve diğer kanuni yollardan aralarında akrabalık ilişkisi bulunan, genelde aynı çatı altında yaşayan bireylerden oluşan, bu bireylerin cinsel, psikolojik sosyal ve ekonomik ihtiyaçlarının karşıladığı temel bir toplumsal birimdir(Sezen 2010: 57). Yine benzer bir tanımla aile; içinde insan türünün belirli ir biçimde üretildiği, sosyalleşme sürecinin ilk ve etkili bir şekilde gerçekleştiği, cinsel yaşamın düzenlendiği, üyeleri arasında içten, sıcak, güven verici ilişkilerin kurulduğu ve ekonomik etkinliklerin yer aldığı toplumsal bir kurumdur(Ozankaya 1996: 66).
Toplumun sosyal ve kültürel temelleri aile içerisinde beslenir. Aile kurumu sosyalizasyon sürecinin kaynağı durumundadır. İnsanın kazandığı duygu, düşünce, inanç ve davranışların kökleri ailededir. Ailenin görevinin ve öneminin kaynağı aile içi dayanışmadır(Nirun 1994: 56).
Ailenin gereksizliği üzerine Marx ve Engels ise aile ve toplum gibi kurumların belli bir sömürü tipinin tarihsel ürün olduğunu vurgulayabilmek için sınıfsız ilkel komünal toplum fikrinde ısrar etmişlerdir (Kaya 2009: 32) Engels kadının köleleşmesinin özel mülkiyetin belirlenmesine bağlı olduğuna vurgu yapar. Ekonomik sebepler ile anaerkilliğin yerini tutan ataerkillik kadını erkeğe bağımlı kılmıştır. Burjuva hukuku erkeğin üstünlüğünü onaylamaktan başka bir şey yapmaz. Fakat ucuz ve fazla el emeğine ihtiyacı olan kapitalizmin kadınları fabrikalara alır. Onların üretime iştiraki onların kurtulmasını sağlayacaktır. İşte o zaman kadının kurtulmasının birinci şartının tüm dişi cinsin kamu sanayisine girmesi ve bu şartında, ailenin, toplumun ekonomik birimi niteliğinin kaldırılmasını gerektirdiği görülecektir demektedir( Engels 1992: 176) Marksistlerin aileyi reddetmelerinin ne deni aslında mülkiyet duygusuna karşı olmalarının bir nedenidir. Marksistler aileyi her ne kadar reddetseler de aile bütün siyasi sistemlerde ve toplumlarda varlığını korumaktadır.
Aile toplum hayatının temel yapı taşıdır görüşünü kabul eden 1982 Anayasası 41. Maddede durumu şu şekilde ifade eder: ‘’ Aile, Türk toplumunun temelidir. Ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilat kurar. ’’
Toplum nüfusunu arttırarak varlığını devam ettirir. Toplumun devamlılığında en büyük görev aileye düşmektedir. Bu sebepledir ki her toplumda aile kurumunun kurulup devam ettirilmesi ve sona erdirilmesi ile ilgili düzenlenmiş detaylı kanuni metinler bulunmaktadır. İnsan oğlu doğumundan itibar en temel ihtiyaçlarını giderebilmek için diğer canlılardan farklı olarak başkalarının yardımına muhtaçtır. Bunu da içinde doğup büyüdüğü aile sağlamaktadır. Başkalarının yardımına muhtaç olma durumu sadece çocuklar için değil eşler ve diğer aile büyükleri içinde geçerli bir durumdur.
Aile kurumunun en küçük fertleri olan çocuklar anne babayı rol modeli alarak benimser ve onları taklit eder bu süreçte de onların davranışlarını kendi kişiliklerinin bir parçası haline getirirler. Huzurlu bir aile ortamında yetişen çocuklar kendi kuracakları aile ortamında da mutlu ve huzurlu olacaklardır(Gökçe, 1991: 17). Tersine huzursuz bir aile ortamında yetişen çocuklar ise bu durumdan olumsuz bir şekilde etkilenirler.
Aile kurumunu önemli kılan en önemli fonksiyonlardan biri de nesiller arası kültür aktarımını ir başka ifade ile sosyalleşmeyi sağlamasıdır. Bireyin sosyalleşmesi hayat boyu süren bir olgudur. Bu sosyalleşme sürecinde de aile önemli bir yer tutar. Özellikle ebeveynler ideal anlamda çocuklarının toplumla bütünleşmesini sağlamada en büyük yardımcıdırlar(Bahar, 2005: 166).
Sosyalleşme süreci içerisinde aile de bireylere; toplumların devamını, birlik ve beraberliğini sağlayan dayanışma duygusu kazandırılmaktadır. Aile fertlerinin dayanışması aileleri, o da toplum içindeki karşılıklı dayanışmayı kuvvetlendirir.
Ailenin önemini arttıran fonksiyonlardan bir diğeri de aile kurumunun aile fertlerine duygusal ve maddi güvenlik sağlamasıdır.
Geçmişte günümüze baktığımız da çağımızda aile çocuğun yetişmesinde rollerinin bir kısmını diğer sosyal kurumlara aktarmaktadır. Örneğin eğitici rolünü eğitim kurumları bir kısmını da medya üstlenmiştir.
Aile kurumu günümüzde her ne kadar çekirdek aile tipi ile anılsa da büyük aile olarak yaşlıların da bakım ve görümü onlara maddi ve manevi destek olunması açısından da önemli bir yer işgal eder. Bulut (1991:226) Türkiye’deki ailenin batı ülkelerine kıyasen insanların yetişkin hayatında bile kolay kolay terk edilmeyen bir yapıya sahip olduğunu belirtir.
Ailenin tanımları ve aile yapısı geçmişten bu yana kültürden kültüre ülkeden ülkeye, farklılıklar gösterdiği gibi, aynı ülke içerisinde de kırdan kente, ekonomik duruma ve yörelere göre de farklılıklar gösterir. Bu durumdan dolayıdır ki ailenin evrensel ve kesin tanımını yapmak, sosyolojik, coğrafik ve ekonomik farklılıklar göz önüne alındığında pek mümkün değildir. Genel olarak anaerkil aile tipinden ataerkil yapıya geçiş günümüz aile tipleerinde oldukça fazladır.
Anaerkil Aile
Ailenin belirleyici etken, İnsanların duydukları gereksinimler ve bunları karşılama içimleriyle bu amaçla aralarında kurmuş oldukları ilişkilerdir. Aile kurumundaki bu evrimde kadın ve erkeğin aile içerisindeki yeri, rol ve görevleri de değişmektedir. Antropolojik çalışmalarda görülüyor ki insanlığın en ilkel dönemlerinde evliliklerin küme halinde olması nedeniyle doğan çocukların sadece annelerinin bilindiği bu nedenle boyun atasının kadın olduğu bilinir. Bilindiği gibi ilkel çağlarda erkekler avcılık ve toplayıcılık ile uğraşırken kadının görevleri (evin korunması, bitki toplayıcılığı, çocuklara ve yaralılara bakma, hayvan evcilleştirme vb.) geçinmeyi sağlamada önemli bir role sahiptir.
Anaerkil dönemde, kadın öncelikli bir otoriteye sahipti. Bu toplumlarda ailenin sorumluluğu birinci derece de kadının üzerindedir. Soy zinciri ise bugünkünün tersine anne tarafından sürdürülmekteydi. Savaşa ve barışa karar veren yine kadınlardı. Çocuklar annenin soyunu devam ettirmişlerdir(Orhan 2005: 27).
Yine ilk çağın masallarında ve destanlarında soyu verimliliği, ve zekayı sağlayan her zaman tanrıçalardır. Ana soylukta toplumsal kurallar, anaya ayrıcalık tanımaktadır(Orhan 2005: 27).
Anaerkil ailede baba otoritesi yerine annenin oraya koyduğu bir otorite vardır. Annenin kız ve erkek kardeşleri ile çocukları ve diğer akrabaları birlikte aynı evde yaşarlar. Yine akrabalık ilişkisi ana soyundan gelmektedir.
Neolitik Çağ’da enerji kaynağı olarak rüzgar, su ve öküz gücü kullanılmaya başlanmıştır. Yine bu dönemde yel ve su değirmeniyle birlikte saban keşfedilmiştir. Bu keşiflerle birlikte tarımın verimliliği artarken yeni hayvanların evcilleştirilmesini de akabinde getirmiştir. Bununla birlikte demir, bronz ve bakırın bulunmasıyla alet ve silah yapımı hız kazanırken insanlar yaşamlarını devam ettirmek ve kar sağlamak amacıyla savaşmaya başlamışlardır. Savaşlar erkeğin zaferini öne çıkarmış ve var olan iş bölümü dengesini bozmuştur. Kadının ev içerisinde yaptığı işler önemini kaybederek değersizleşmiştir.
Tüm bu yaşanan gelişmeler erkeğin fiziksel gücünü öne çıkarırken anaerkilliğin temellerini sarsmıştır. Sonraki dönemlerde yerleşik hayata geçilmeye başlayınca köyler yerini kasabalara ve kentlere bırakmıştır. Bu durumda toplumda yeni sınıfları, hızlı bölünmeleri, toplumda cinsiyete dayalı iş bölümünün ortaya çıkmasına neden olmuştur. Fiziksel iş gücünün öne çıkması kadının aktif üretim sürecinden çekilip evlere hapsolmasına ve kadına ev içi rollerinin atfedilmesine neden olmuştur. Bu durum da anaerkil sistemin yıkılıp ataerkil sistemin ortaya çıkmasına neden olmuştur.
Ataerkil Aile
Ataerkil bir diğer adıyla baba erkil aile tipi erkeğin soyunun egemenliğine dayanır. Erkeğin ailesindeki en yaşlı kişi topluluğun dini, siyasi ve iktisadi reisi sayılmaktadır. Bu türdeki aileler büyük ailedir.
Ataerkil aile üç değişik şekilde görülür. Bunlar; baba ailesi (pederi aile), bölünmez asaba (zadruga) ve ataerkil aile (pederşahi aile, roma ailesi).
Baba ailesi; anne ve babanın beraber yaşadığı aile tipidir. Çocuklarının üzerinde annenin ve babanın eşit hakları bulunur. Bu aile biçiminde evlenme şekli monogamidir. Akrabalık anne ve baba kanıyla geçer.
Bölünmez asaba; bu aile türü toprağa yerleşen toplumlarda görülür. Akrabalık bu ailede baba kanıyla geçmektedir. Bu ailedeki üye sayısı 20 ile 60 kişiyi bulabilmektedir. Bu aile tipinde çocuk ailenin malıdır ve anne babanın çocuk üzerinde hakkı yoktur. Yine aile içerisinde özel mülkiyet bulunmaz. Bundan dolayı aileye ait arazi parçalanamaz ve bölünemez. Bu aile de aile reisi e yaşlı babadır. Aile yöneticisi de bu ailedeki en yaşlı kişidir. Bu aile şekline Afrika da, Balkanlar da ve Asya da görülmüştür.
Ataerkil aile; bu ailede baba otoritesi sınırsızdır. Baba, sahip olduğu otoriteyi dinden almaktadır. Bu ailede babanın görevi atalarının kurduğu ata ocağının devamlılığını sağlamaktır. Bu amaçla da bir erkek evlat sahibi olmalıdır. Bu aile tipinde kadının statüsü yok denecek kadar azdır. Kadın evlendiğinde kocasının evine gider. Bu ailede tüm mallar babanındır. Baba da kendi babasından ona kalan dini ve ekonomik görevleri yerine getirir. Yine bu ailede baba istediğinde çok sayıda kadınla evlenebilmektedir. Ve yine istediği an da eşini boşayabilmektedir. Bu aile tipi de eski Roma, Yunan, Hint, Çin ve Yahudilerde görülmüştür.
Genel olarak ataerkil aile sistemi yöneten erkekleri ve yönetilen kadınları üretir. Yine bu sistem ailenin ve özel mülkiyetin doğduğu toplumlarda sınıflaşmanın oluştuğu zamanda başlar. Bu sistemin meydana getirdiği egemen sınıfların ezilenlere biçtikleri toplumsal roller kadınlara en ağır biçimde yansımıştır. Kadınlar ezilmiş zora maruz bırakılmış ve itaat etmelerini sağlamak için de erkeğin fiziksel gücü kullanılmıştır(Demren 2005).
Ataerkil aile de kadına daha çok mülk gözüyle bakılmaktadır. Ve kadınların kocalarına itaat etmeleri beklenmektedir. Yani kısacası kadın sessizliğe itilmektedir. Kadın bir şeyi öğrenmek istediğinde bunu önce kocasına sormalı, bilmediklerini yine kocasından öğrenmesi beklenmektedir.
Ataerkillik sadece yapıyı değil ideolojiyi de etkilemektedir. Ataerkillik erkeğin kadın üzerindeki egemenliğini, geleneksel cinsiyet rollerini, karı koca arasında erkek lehine hiyerarşik ilişkiyi ve kadının erkek tarafından kontrol edilmesini ve yönetilmesini içerir.
Bu durum kuşaktan kuşağa aktarılmakta ve erkek çocuk kendi cinsiyet rolüne uygun davranmakta ve anne tarafından bu rollerine özendirilmektedir. Yine kız çocuklarda anne idolünün etkisi ile erkeklere itaat etmenin ve boyun eğmenin doğal bir davranış olduğunu benimseyerek yetişir.
Yorumlar
Yorum Gönder